RAVE KÜLTÜR’E DİKKAT ÇEKEN FİLMLER*


Dans müziğine ilişkilin anlamını, Jamaika'dan, müzikle transa geçme geleneğinden alan rave, 1950'lerin sonunda Londra'da, dönemin bohem partileri için kullanılan bir isimdi. Chicago'da yaygınlaşan psychedelic elektronik müziğin, çoğunlukla acid house hareketinin bir alt kültürü olarak tanımlanan rave'in etkisi, 80 sonlarında yayılarak, Chicago'dan Manchester'a ve Londra'ya ulaştı. Duyulmamış seslerin yaratıldığı bu fütüristik müzik devrimi, 90'ların ortasında büyük gelişim göstererek, kendi etiği, değer yargıları, esasları ve ritüelleri olan bir modern çağ yaşam biçimine dönüştü. Bu dönemde dj/prodüktörler statü kazanarak, müzisyenlerle aynı seviyede görülmeye başlandı. Hangarlarda, fabrikalarda, depolarda, club'larda ya da doğada, çoğunlukla illegal yapılan rave partilerinde; dans müziği, yüksek ses, çoğunlukla ecstacy olmak üzere uplifting parti uyuşturucuları, müziğin rezonansını ciğerlerinde hissetme, dans edemediğini unutma, terleme, çok terleme, sınırların ortadan kalkması, barış ve sevgiyle dolma, özgürlük, aşk, yeni cinsel deneyimler, haz ve serotonin artışı ile tabiat ve insanlıkla bir olma hissi esastı. Bira nasıl ki rock kültürle, rakı da arabeskle, alaturkayla ilişkilendiriliyorsa, ecstasy de rave'in ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yüzdendir ki; Masterpiece'den, cheesy'e, kültten, bitirme ödevi tadında olan filmlere, rave kültüre ilişkin dikkatimi çeken filmleri kronolojik listelediğim, bir kısmını da ekstralarda andığım bu listede bolca ecstasy, dans müziği, seks ve delilik mevcut, şimdiden uyarıyorum.


Yön: Mark Christopher

"...He built a world where fantasy was put up as reality and where an 80-year-old disco queen could dance till dawn... / Fantezinin gerçekliğin yerini aldığı ve 80 yaşında bir disko kraliçesinin gün doğumuna kadar dans edebildiği bir dünya yarattı.” Shane O'Shea


Başrollerinde Ryan Phillippe, Salma Hayek, Breckin Meyer, Steve Rubell, Neve Campbell ve Mike Myers'i izlediğimiz film, organizatör Steve Rubell tarafından kurulan, 80'lerde New York'taki eğlencenin tek adresi olan ünlü gece klübü Studio 54 etrafında şekilleniyor. Andy Warhol'dan Michael Jackson'a, dünyaca ünlü isimleri ağırlayan, hazzın ve uyuşturucunun merkezindeki hikaye, yönetmenin yıllarca süren araştırmalarına dayanarak cüretkar bir kurguyla sunulduğundan mütevellit Miramax tarafından sansüre uğrayarak kırpılıyor. Filmin başarısını etkileyen bu durum yönetmenin içine oturmuş olacak ki, film 2015 yılı içinde "director's cut" haliyle tekrar izleyici ile buluştu. Bu haliyle LGBT sinemasının kültleri arasına giren yapım, 54'ü 54, Disco'yu Disco yapan her şeyin, aslında rave'i de rave yapan her şey olduğunu gösteriyor olması açısından önem taşıyor. Film, rave'in çıkış noktalarından biri olan gece klübü Studio 54 atmosferini ayağınıza getiriyor.


Yön: Justin Kerrigan 

“Take me to a world where the drugs are free, the clubs have no gravity and every shag guarantees an orgasm!  / Beni uyuşturucunun bedava, kulüplerin yerçekimsiz ve her sevişmenin orgazm garantili olduğu bir dünyaya götür!” Lulu


Sıkıcı işlerinden, kötü aile ve insan ilişkilerinden kaçan 5 İngiliz gencin, hafta sonu Cardiff’te nasıl partilediklerine, uyuşturucu etkisi altındaki "harika" zaman geçirme deneyimlerine tanık oluyoruz. Felix rolünde Andrew Lincoln'ın yaşadığı ecstasy kafası, sakız çiğner, terli hali ve tabii ki İngiliz aksanı The Walking Dead severler için ayrı bir cazibe unsuru oluşturuyor. Efsane house dj'i Carl Cox, Club Asylum'un sahibi Pablo Hassan rolünde karşımıza çıkıyor. Gerçekte de BBC radyoda mc'lik yapan Pete Tong'a ise radyodan kulak misafiri oluyoruz. Soundtrack'inde yine Carl Cox, Fatboy Slim, Ferry Corsten, Felix Da Housecat ve Underworld gibi isimler yer alıyor.


Yön: Greg Harrison

"Pot and beer. They fuck you up. This enhances you. Heightened awareness of your senses, especially touch, a feeling of connection... openness... honesty. It's like being a kid. / Ot ve bira seni mahveder. Bu seni geliştirir. Duyularına, özellikle dokunma duyusuna dair daha yüksek bir fakındalık… açıklık… samimiyet. Bir çocukmuş gibi.” Cliff


İzleyiciyi San Francisco’nun underground rave hayatında tek gecelik yolculuğa çıkaran film, rave yoluna baş koymuş yirmili yaşlarında gençlerin organizasyon çabalarından polis baskınına, bir parti yapma maceralarını konu alıyor. Temel rave esasları; su, sakız, sırt çantası, lolipop, neon renkler, rahat dans kıyafetleri, felsefe, aşk, özgür seks, politika, psikoloji, sosyoloji ve rave'in özü olan PLUR'la (Peace, Love, Understanding, Respect) kuşanan parti boyunca, aralarında John Digweed'in de bulunduğu iyi dj'lerden iyi müzik dinliyoruz. Dj değişimi ile müziğin değişimi, ısınan ortam, dj line up’ındaki progressive'lik ve tansiyonun kademeli artışı, ideal bir konseptle gerçekçi bir akış yaratıyor. Bu yönü Groove'u ayırdedici kılarak, bir tık yukarıya taşıyor. Rave kültürü ve yaşam biçimi üzerine, es geçilmemesi gereken bir film. 


Yön: Michael Winterbottom 

"And tonight something equally epoch-making is taking place. See? They're applauding the DJ. Not the music, not the musician, not the creator, but the medium. This is it. The birth of rave culture. The beatification of the beat. The dance age. This is the moment when even the white man starts dancing. Welcome to Manchester. / Ve bu gece aynı derecede çığır açıcı bir şey oluyor. Görüyor musunuz? DJ’i alkışlıyorlar. Müziği değil, müzisyeni değil, yaratıcıyı değil, ama aracıyı. İşte bu. Rave kültürün doğuşu. Beat’in kutsanışı. Dans çağı. Bu, beyaz adamın bile dans etmeye başladığı an. Manchester’a hoş geldin.” Tony Wilson


Film, 1976 yılında Manchester'da, Sex Pistols'un bir konserine katılan Tony Wilson'ın konser sonrasında arkadaşlarıyla birlikte Factory Records'u kurması ile gelişen olaylar; Sex Pistols, Joy Division, Happy Mondays, New Order, A Certain Ratio, Durutti Column..., Rock, Punk, Brit Pop, Post Punk, gelişen ve değişen Manchester müziği, eğlence kültürü, rave, seks, uyuşturucu, Stüdyo 54 kadar ün salan gece klübü The Haçienda'nın doğuşu ve Manchester'ın yeni rave sahnesi üzerinden yürüyen belgesel tadında bir hikaye anlatıyor. Tony Wilson'ı başarılı İngiliz aktör Steve Coogan'ın canlandırdığı, ismini Happy Mondays'in aynı isimli şarkısından alan film, 70'lerin sonundan 90'ların başına, Manchestar'dan, döküman niteliğinde bir kesit sunuyor. 2002'de en iyi yapım dalında İngiliz Bağımsız Film Ödülü'nü (BIFA) alan bu biyografik yapım rave'in doğuşu hakkında fikir edinmek isteyenler için birebir.


Yön:  Gil Cates Jr.

"If you need me page me but if you do give me a minute to get back to you, my pager's in my pants it's on vibrate and I'm rolling live love.  / Bana ihtiyacın olduğunda çağrı at ama sana dönmem için bana bir dakika ver; çağrı cihazım pantolonumda ve titreşime ayarlı; aşkım, uçuyor olacağım.” Puck


William Shakespeare'in erken dönem romantik komedyalarından Bir Yaz Gecesi Rüyası'nın (A Midsummer Night's Dream) modern bir adaptasyonu olan film, hikayeyi ecstasy'e ve Puck'ın kafa yapıcı neon aşk iksirine bulayarak Los Angeles'ta bir partiye taşıyor. Xander/Lysander, Mia/Hermia, Elena/Helena, Damon/Demetrius ve Nick'in/Bottom karakterlerinin gece boyunca yaşadığı yüksek kafayı, serotonin artışını, yaptığı ve maruz kaldığı aşk edebiyatını ve cinsel deneyimleri, renkli, sihirli ve yüksek enerjili bir gençlik filmi olarak izliyoruz. Mia'nın annesini rolünde Carrie Fisher'ı görünce, şaşırmak serbest.


Yön: Fenton Bailey, Randy Barbato

"I am not addicted to drugs, I'm addicted to glamour! / “Uyuşturucuya değil, şatafata bağımlıyım.”  James St. James


Başrollerinde Seth Green ve Macaulay Culkin'in yer aldığı, James St. James'in 99'da yayımlanan Disco Bloodbath isimli romanından uyarlanmış bu gerçek hikayede, Indiana'dan New York'a yerleşip, underground bir efsaneye dönüşen Michael Alig'in, 90'larda New York'taki Club Kids akımına yaptığı öncülük ve "göz kamaştırıcı" hayatının nasıl bir cinayet hikayesine dönüştüğü anlatılıyor. Bizzat yaşadığı hikayeyi kaleme alan James St. James'i canlandıran Green ve katil Michael Alig'i oynayan Culkin, rollerine hazırlanırken iki isimle de irtibat halinde bulunarak başarılı birer oyunculuk çıkartmışlar. LGBT sinemasının kültlerinden biri olan filmde kullanılan birçok kostüm 90'lardaki gerçek Club Kid'lerden toparlanmış ve o dönem clubber'larından iki isim, Amanda Lepore ve Richie Rich (Richard J. Eichhorn) cameo olarak filme renk katmışlar. Hikayeyle ilgilenenler yönetmen koltuğundaki aynı iki ismin 98'de çektiği Party Monster: The Shockumentary isimli belgeseline de göz atabilir. Christine rolünde Marilyn Manson ise filmin bonusu.


Yön: Michael Dowse

“We're bending the sounds. I've been forging it. With a lyrical smelter. / Sesleri büküyoruz. Şiirsel dökümhanemde onları dövüyor, şekil veriyorum.” Frankie Wilde


Filmin adı, kafiye uyumunu prensip edinmiş İngiliz argosu "cockney rhyming slang" ile "It's all gone a bit wrong"a gönderme yapar. "It's All Gone Pete Tong" ifadesini ilk kez DJ Paul Oakenfold 1987'de bir fanzinde ortaya atmıştı. İbiza'da yıllarca çalan ve orayla özdeşleşen Tong'un adıyla yapılan bu kelime oyunu, öyküsü İbiza'da geçen filme, tabiri caizse cuk oturmuş. İşitme duyusunu yitirmeye başlayan DJ Frankie Wilde'ın trajik hikayesini çok yerinde bir komediyle, mockumentary halde izlediğimiz filmde, Paul Kaye, Frankie Wilde rolünde kanımca inanılmaz bir performans sergiliyor. Tiesto, Carl Cox, Paul van Dyk, Pete Tong gibi dj'ler bu kurgu belgeselin inandırıcılığına önemli birer katkı koyuyorlar. 2004'te Toronto Uluslararası Film Festivali'nde (TIFF) En iyi Kanada Filmi seçilen yapıtın, bunun dışında 10 ödülü daha bulunuyor. Filmin Hint yönetmen Neerav Ghosh tarafından 2011'de çekilmiş Soundtrack isminde bir yeniden çevrimi de mevcut. 


Yön: Billy Samoa Saleebey

"We all look alike in the dark don't we. / Karanlıkta hepimiz birbirimize benziyoruz, değil mi.” Lexa


Jenerik şu şekilde açılır. "MDMA ilk kez 1912'de, Almanya'da Merc Pharmaceuticals tarafından iştah kesici olarak sentezlendi. 1953'te Amerikan ordusu, ilacı gerçeklik serumu olarak kullanmak üzere çalışmalar yapana kadar ortadan kayboldu. 1970'lerde psikiyatristler ilacı terapilerde kullanmaya başladı. 80'lerin başında Amerika Birleşik Devletleri'nde barlarda ve klüplerde yasal olarak satılıyordu. Öforik etkileri yüzünden MDMA'e halk arasında ecstasy adı verildi. 31 Mayıs 1985'te Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi tarafından yasaklandı. Akabinde birçok ülkede yasaklanmasına rağmen dünya çapında popülerliğini arttırmaya devam etti. Tahminlere göre 18-30 yaş arası her 10 insandan biri ecstasy'i hayatında en azından 1 kez denemiştir. Bu, 8 ecstasy kullanıcısının hikayesidir."

"Rolling", rave kültüründe ecstasy kafasını ifade eden bir eylem olarak kullanılıyor. Belgesel süsü verilen film, aynı partide yolları kesişecek olan 8 ecstasy kullanıcısıyla röportajlar halinde ilerliyor. Los Angeles şehir merkezindeki bir partide buluşan gençlerin, geceye ev partisiyle devam edip, uyuşturucunun dibine vurarak sabahı edişleri, final haricinde, oldukça gerçekçi bir biçimde sunuluyor. Film, aynı rave'deki farklı hayatların ilişkileniş ve birlik oluş halini, hem ütopik hem de kötü olana ihtimal vererek sergiliyor.


Yön: Hannes Stöhr

"Wir haben in ihren Werten eigentlich alles gefunden was es auf dem Markt gibt THC, ketamin, MDMA, MDA, amphetamin, kokain eigentlich alles auser heroin. / Aslına bakarsanız, değerlerinizde piyasada olan ne varsa, hepsini bulduk: THC, ketamin, MDMA, MDA, amphetamin, kokain. Hemen her şey, eroin hariç.” Prof. Dr. Petra Paul 


Berlin’de, uyuşturucu, techno ve delilik üçgeninde geçen bu traji komedide, kız arkadaşı, aynı zamanda da menajeri olan Mathilde ile, Berlin’in en iyi gece kulüplerinde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde konserler veren DJ Ickarus'un hikayesini, fazla dozun getirdiği içsel bir yıkımla izliyoruz. DJ Ickarus'u Alman techno DJ'i Paul Kalkbrenner'ın canlandırdığı filmde, şöhretinin doruğundaki bir müzisyenin delirme hikayesi, cüretkar bir görsellikle, Kalkbrenner'ın iyi müziğiyle harmanlanarak sunuluyor.


Yön: Rob Heydon

"Dj is tune and stimulates psyhological genitals. / DJ akorttur, beyindeki cinsel organları kışkırtır.” Lloyd


Film, Trainspotting ile akıllara kazınan İskoç yazar Irvine Welsh'in Olaganüstü Üç Kimyasal Romans adıyla Türkçe'ye çevrilen (Ecstasy: Three Tales of Chemical Romance) öykü kitabından, The Undefeated isimli öykünün adaptasyonu. Amsterdam'dan İskoçya'ya kah anüsünde, kah midesinde uyuşturucu kaçıran, kendi de düzenli bir kullanıcı olan Lloyd Buist (Adam Sinclair), bir partide, aldatıldığı sorunlu evliliğinden kaçıp kafayı dağıtmaya gelmiş olan esas kız Heather Thompson (Kristin Kreuk) ile tanışır. Sonrasında çiftin romantik ecstasy triplerini, akabinde de bağımlılık ve gerçeklik sorgusunun yapıldığı hafif bir hikaye izleriz. Woodsy rolünde Billy Boyd'u izlediğimiz filmin, soundtrack'ine efsane Beautiful World (Tiësto & Mark Knight feat. Dino) damgasını vuruyor.


Partinin devam ettiği, değinmeden geçemeyeceğim filmleri de hızlıca anmak istiyorum. Party Girl (1995) New York'ta bir apartman dairesini dj arkadaşı Leo ile paylaşan parti çılgını Mary'nin (Parker Posey), New York gece hayatına olan tutkusu ve kütüphanecilik kariyeri üzerine romantik bir komedi. Loved Up (1995), bir raver'la ilişkiye başlayan garson bir kızın, ki Lena Headey'dir kendisi, ecstasy içip partilediği sürece odaklanıyor. 97 yapımı kısa film Coming Down bizi, bir grup arkadaşın after party'sine konuk ediyor. Kara komedi Go'da (1999) üç ayrı perspektiften gelişen, kısa film tadında üç ayrı hikayenin, aynı rave'de nasıl kesiştiğine ve kaotik hale gelişine seyirci oluyoruz. Kevin and Perry Go Large (2000), İngilizlerin, yine, “ne kadar saçmalayabiliriz”i zorladıkları, bence "kült" denecek bir komedi. Rave (2000), Los Angeles'tan bir parti macerasını ergenlik problemleri üzerinden yavan bir dille anlatıyor. Stark Raving Mad'de (2002) bir gece klübünde gerçekleşen soygunu, o gece kulüpteki rave'le paralel olarak izliyoruz. Club Le Monde (2002) yine tek partilik bir rave macerasını izlediğimiz, kendisi çok başarılı olmasa da müzikleri şahane olan bir film. Weekender (2011) iki kafadarın aşkla başladıkları parti organizatörlüğü macerasını konu alıyor. Taking Woodstock'ta (2009) da mevzu her ne kadar Woodstock olsa da, hikaye 90'lardaki rave organizasyonları ile hemen hemen aynı güzergahta ilerliyor. Rave: Dancing to a Different Beat (1993), Rave Macbeth (2001), Be Angeled (2001), Clubbed to Death (Lola) (1996), House of the Dead (2003), Naar de klote! (1996), Happy Life (2011), Raving Maniacs (2005), We Are Your Friends (2015) ve Club Life (2015) yine bu türdeki yer yer ortalama, yer yer de berbat yapımlar. Ayrıca tamamı bu temada olmasa da, efsane rave sahneleri barındıranlardan; Blade'te ki (1998) kan banyosu rave'i, The Matrix Reloaded’da (2003) Zion'daki rave sahnesi,  Eurotrip (2004), Simon Pegg ve Nick Frost'un başrollerinde oynadığı 99 yapımı TV dizisi Spaced'in 2. sezonun 6. bölümü Epiphanies, rave'in ruhuna 10 numara bir ambiyansla değiniyor. Epiphanies sonrası Pink Floyd'un basçısı Guy Pratt'in The A Team remix'ini kulağınızdan atamayacaksınız.

* Bu yazım 2016'da, aynı adla, populersinema.com'da yayınladı. 

Yorumlar